11 Mart 2010 Perşembe

Metan Nedir ?

Metan, kimyasal formülü CH4 olan bileşiktir. Normal sıcaklık ve basınçlarda gaz halinde bulunan metan, kokusuzdur. Doğal gazın bir bileşenidir ve önemli bir yakıttır. Oksijenin varlığında bir mol metanın yanmasıyla bir mol karbondioksit ve iki mol su açığa çıkar:

CH4 + 2 O2 → CO2 + 2H2O
Metan, Küresel ısınmaya neden olan sera gazlarından biridir. Ayrıca çöplerdeki metandan yakıt elde edilebilir.
[ Devamı ... ]

Atmosfer

Atmosfer veya Gazyuvarı, yerkürenin etrafını saran ve çoğunlukla gaz ve buharlardan oluşan bir örtüdür.

Yerçekimi sayesinde tutulan atmosfer, büyük ölçüde gezegenin iç katmanlarından kaynaklanan gazların yanardağ etkinliği ile yüzeye çıkması sonucu oluşmakla birlikte, gezegenin tarihi boyunca dünya dışı kaynaklardan da beslenmiş ve etkilenmiştir. Basınç ve yoğunluk açısından diğer yer benzeri gezegenlerden Mars'a göre yaklaşık 100 kat büyük, Venüs'e göre ise yaklaşık 100 kat küçük bir gaz kütlesini ifade eder. Ancak bileşim açısından bu iki gezegenin atmosferlerinden çok farklı olduğu gibi, Güneş Sistemi içinde de eşsizdir.


Atmosfer Basıncı:
Atmosfer basıncı havanın ağırlığının sonucudur.Dolayısıyla yere ve zamana göre değişir. Atmosfer basıncı 5 km'de %50 azalır (bir diğer deyişle atmosfer kütlesinin yarısı ilk 5 km içindedir). Deniz seviyesinde deniz basıncı 101,325 Pa'dır. Yer çekimi nedeniyle bu gaz kütlesinin bir ağırlığı vardır ve gezegen yüzeyine doğru alçaldıkça artan bir basınç yaratır. Basınç, normal atmosferde, 0 °C'de, 760 mm'lik bir cıva sütununun yarattığı basınca eşittir.

Atmosferin toplam kütlesinin yaklaşık 5,1 x 10'15 ton olduğu sanılmaktadır; bu da Dünyanın toplam kütlesinin milyonda birinden daha azdır.


Bileşimi:
Atmosfer renksiz, kokusuz, tatsız, çok hızlı hareket edebilen, akışkan, elastik, sıkıştırılabilir, sonsuz genleşmeye sahip ısı geçirgenliği zayıf ve titreşimleri belli bir hızda ileten bir yapıya sahiptir. Tam olarak yüksekliği saptanamamıştır. "Homojen atmosfer" olarak isimlendirilen ve yoğunluğun hemen hemen aynı olduğu alt bölümün yüksekliği 8 km civarındadır. Bu seviyeden sonra yoğunluk yükseklikle azalır ve seyrek gaz kütleleri şekline dönüşerek uzay boşluğuna kadar uzanır ki bu bölge de "heterojen atmosfer" olarak isimlendirilir.

Belirgin olan bir şey; atmosferin üst seviyesinin 30 km civarında son bulduğudur. Bu seviyeden sonra da hava bulunduğunu söylemek doğrudur fakat bu bölümün meteoroloji ile bir ilişkisi yoktur. Şöyle ki 80 km yukarıda güneş ışınlarını yansıtabilecek kadar hava, 300 km yukarıda meteorların atmosfere girişinde sürtünme nedeniyle ışık verebilmesi ve hatta 600 km yukarıda aurora'ların gözlenmesi buralarda da az da olsa atmosferin olduğu yönünde ipuçları vermektedir. Atmosferin yeryüzüne yakın katmanlarının yüzde 78'i azot, yüzde 21’i de oksijenden oluşur. Yüzde 1'i ise su buharı, argon, karbondioksit, neon, helyum, metan, kripton, hidrojen, ozon ve ksenon elementlerinden oluşur. Bunlara toz ve duman gibi maddeler de katılır.

100 km yükseğe kadar azot-oksijen oranında önemli bir değişiklik olmaz, yalnızca 20-30 km arasındaki yüksekliklerde bir ozon yoğunlaşması gözlenir. Bu ozon katmanının önemli bir işlevi vardır, çünkü güneşten gelen morötesi ışınların büyük bir bölümü bu katman tarafından süzülür. Ama buradaki ozon hem miktar, hem de yüzde olarak çok fazla değildir.

100 km’nin üzerinde hızlı bir sıcaklık düşmesi gözlenir. Buradaki gazlar artık çok ince katmanlar biçimindedir. Daha çok da hafif gazlar bulunur. Bu gazlar morötesi ışınların etkisiyle ayrışır ve böylece burada oksijen serbest atomlar halinde bulunur. Işıl ayrışma denen bu olay 200 km yükseklikte daha da yüksek bir düzeye çıkar.

Su buharı, yer ve zamana göre değişen biçimde, atmosferin alt katmanlarına karışmış olarak bulunur ve yaklaşık 10-15 km yükseklikten sonra azalmaya başlar. Yeryüzünün iklim ve meteoroloji koşulları üstünde bu su buharının önemli bir rolü vardır, çünkü bulutlara asılı olan su buharı yağış olarak yeryüzüne düşer.


Heterosfer:
Yeryüzeyinden 100 km yükseklikten itibaren atmosferin bileşim açısından bu türdeş yapısı kaybolmaya başlar. Bu nedenle 'heterosfer' adı verilen ve atmosferin son derece seyrek olduğu bu alanlarda, hareketlilik az olduğu için, gazlar uzun dönemde moleküler ağırlıklarına göre alçaktan yükseğe doğru hafife gidecek şekilde tabakalanma eğilimindedir. Güneş ışınlarının iyonize edici etkisinin güçlü hissedildiği bu bölgelerde, fotokimyasal etkinlikler de giderek önemli hale gelir, ve atmosfer bileşimini etkiler.

600-1,500 km arasında atmosferdeki oksijenin yerini, güneşteki lekelerin durumuna göre değişen bir biçimde, helyum alır, bunun üstünde de bir hidrojen katmanı bulunur. Onun için burada yerküreyi çepeçevre saran bir hidrojen tacından söz edilebilir. Yüksek enerjili güneş ışınlarının etkisi ile hızlandırılan bu hafif atomlar, Yerkürenin kütleçekiminden kurtularak uzaya kaçarlar. Eksilen hidrojenin yerini, fotokimyasal etkilerle yüksek atmosfer katmanlarındaki su moleküllerinin parçalanması sonucunda ortaya çıkan hidrojen alır. Bu nedenle hidrojen kaybı gezegenin değerli su kütlesinin kaybı anlamına gelmektedir. Ozon tabakasının tahribatı sonucunda, fotokimyasal etkinliklerin atmosferin su buharından zengin olduğu alçak tabakalarına doğru inmesi bu yönden de tehlike yaratmaktadır.
[ Devamı ... ]

Klimatoloji (İklim bilimi) Nedir ?

İklim bilimi ya da klimatoloji, atmosfer içerisinde meydana gelen hava olayları ile yeryüzünde görülen iklim tiplerini inceleyen bilim dalı.

İklim biliminin konusu olan iklim, geniş bir sahada uzun yıllar boyunca görülen atmosfer olaylarının ortalama hâlidir. İklim coğrafi yeryüzünün şekillenmesi ve insan yaşamını çok yakından kontrol etmektedir. İklim bilimi, hava olaylarını yakından tanımak için fiziğin bir alt dalı olan meteorolojinin verilerinden geniş ölçüde yararlanır. Meteorolojinin yaptığı gözlemleri alır ve insan, canlı yaşamı açısından inceleyerek açıklamaya çalışır.

Yeryüzünde görülen başlıca iklim tiplerini, oluşum nedenlerini, özelliklerini ve insan yaşamı üzerine etkilerini, iklim elemanlarını (sıcaklık, basınç ve rüzgârlar, nemlilik ve yağış) konularını inceleyen fiziki coğrafya alt dalıdır. Ortalama 50-100 yıllık hava durumu ortalamaları alınarak iklim hakkında bilgiler oluşturulabilir.
[ Devamı ... ]

İklim Nedir ?

İklim, bir yerde uzun bir süre boyunca gözlemlenen sıcaklık, nem, hava basıncı, rüzgar, yağış, yağış şekli gibi meteorolojik olayların ortalamasına verilen addır. Hava durumundan farklı olarak iklim, bir yerin meteorolojik olaylarını uzun süreler içinde gözlemler. Bir yerin iklimi o yerin enlemine, yükseltisine, yer şekillerine, kalıcı kar durumuna ve denizlere olan uzaklığına bağlıdır. İklimi inceleyen bilim dalına klimatoloji adı verilir. İklim türleri, sıcaklık ve yağış rejimi gibi durumlara bakılarak sınıflandırılabilir. Ancak günümüzde en çok kullanılan sınıflandırma sistemi, aslen Wladimir Köppen tarafından geliştirilmiş olan Köppen iklim sınıflandırmasıdır. Bunun dışında, Thornthwaite sistemi de 1948'den beri kullanılmaktadır.

Paleoklimatoloji ise, göl yataklarında ve buzullarda bulunan tortular gibi biyolojik olmayan; yine ağaç halkaları, mercanlar gibi biyolojik kaynaklarla antik iklimleri inceleyen bilim dalıdır. Bu yöntem eski dönemlerde bir yerdeki sıcaklık ve yağış rejimlerini göstermek ve inceleme yapmak için kullanılır. Bu tür çalışmaların sonunda ortaya matematiksel iklim modelleri çıkarılır ve gelecekte iklimin ne derece değişebileceği konusunda tahminler yürütülür.
[ Devamı ... ]

Kuraklık Nedir ?

Kuraklık, Bir bölgede nem miktarının geçici dengesizliğin kaynaklana su kıtlığı olarak tanımlanabilen kuraklık, doğal bir iklim olayıdır ve herhangi bir zamanda ve yerde meydana gelebilir. Kuraklık genellikle yavaş gelişir ve sıklıkla uzun bir dönemi kapsar. Kurak iklimlerin hüküm sürdüğü yerlerdeki hayvanlar ve bitkiler, nem eksikliğinden ve yüksek değişkenlikteki yağıştan dolayı olumsuz etkilenirler.

Kuraklık tabiatın gizli tehlikesi olup genellikle herhangi bir mevsim veya bir zaman diliminde yağış miktarındaki azalmadan ya da dengesizliğinden dolayı meydana gelir. Kuraklık hesaplamalarında bir bölgedeki yağış ve evapotranspirasyon (buharlaşma ve terleme) arasındaki dengenin uzun süreli ortalaması göz önünde bulundurulur. Kuraklıkta; zaman (yağış mevsiminin başlamasında gecikmeler, ürün büyüme mevsimi-yağış zamanı ilişkisi) ve yağışların tesirleri (yağış yoğunluğu, sıklığı) ile ilişkilidir. Yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgar ve düşük nem miktarı gibi diğer değişkenler etkili olmaktadır.

Kuraklık, yalnızca fiziksel bir doğa olayı olarak görülmemeli. Kuraklığın, insan ve faaliyetlerinin su kaynaklarına olan bağımlılığı nedeniyle, toplum üzerinde çeşitli olumsuz etkileri vardır.

Uzun süreli kuru hava, nem azlığı yaratarak orman ve su kaynaklarında azalmaya neden olduğundan, ciddi çevresel, ekonomik ve sosyal sorunlar ortaya çıkar. by didem
[ Devamı ... ]

Yoksulluk Nedir ?

Yoksulluk veya fakirlik, günlük temel ihtiyaçların tamamını veya büyük bir kısmını karşılayacak yeterli gelire sahip olmama durumudur. Özellikle, yiyecek, içecek, barınma, giyim-kuşam gibi temel ihtiyaçlara zor erişmek veya erişememek yoksulluk olarak tanımlanabilmektedir. Ancak kimi gelişmiş ülkelerde bu tanımın standartlarında değişiklik görülmektedir.


Nedenleri:
Yoksulluk, ülkeden ülkeye, veya coğrafyadan coğrafyaya değişik nedenlerle ortaya çıkabilir. Başlıca nedenler arasında çevresel nedenler, ekonomik nedenler, siyasî nedenler ve toplumsal nedenler sayılabilmektedir.


Çevresel nedenler:
Yoksullaşmanın en bariz belirtilerinden olan çevresel nedenlerin başında, doğal afetler, çölleşme, kuraklık gibi doğal etkenler gelebildiği gibi; aşırı otlatma, ormanların tahrip edilmesi gibi insan tahribatı sonucunda oluşan doğal yıkımlar da yoksulluğa neden olabilmektedir.[1] Bunun yanında, yoksulluğa, coğrafik özellikler de neden olabilmektedir. Örneğin; enerji üretimine veya tarıma elverişli olmayan bir bölgede yoksulluk görülebilmektedir. Kimi zamanlarda, tarımın elverişli olduğu bölgelerde kullanılan yanlış gübreleme, aşırı su israfı, bölgede kıtlığa ve yoksulluğa neden olabilmektedir. Zira, suyun ve besinin yetersiz olduğu bölgelerde yoksulluk kaçınılmazdır.


Ekonomik nedenler:
Yoksulluğun bariz nedenlerinden olan ekonomik nedenler arasında işsizlik en başta yer almaktadır. Koşulların yetersizliğinden seçilen kalitesiz yakıtlar, oluşturduğu çevresel soen gıda israfları, yoksulluğu tetiklemektedir.


Siyasi nedenler:
Siyasi politikalar, büyük yoksulluklara neden olabilmektedir. Özellikle izlenen yanlış politikalar, tarıma ve ağaçlandırmaya yapılan düşük destek, sanayinin çarpıklaşması, kirlilik, yoksulluğu beslemektedir. Eğitime verilen desteğin çok az olması, yoksul bir nesil yetişmesine neden olmaktadır. Ülke yönetimlerindeki yozlaşmalar ve belirsiz politikalar, Nijerya gibi ülkelerde yaşanan yoksulluğun baş sebepleri arasındadır.[3] Yolsuzluklar, yoksulluğun temel nedenlerinden biri olduğu gibi sömürge devletlerinin bir ülkede varlığı, halkın var olduğu kaynakların da sömürülmesine ve insanların bolluk içinde aç yaşamasına neden olmaktadır.


Toplumsal nedenler:
Aşırı nüfus artışı yaşanan ülkelerde yoksulluğun önemli bir sorun olduğu bilinmektedir. Özellikle doğum kontrol konusunda bilinçsiz ve yetersiz bir ülke, aşırı nüfus artışlarına ve çarpık kentleşmeye yol açabilmektedir.[4] Beyin göçleri ve tarihteki yönetim biçimleri insanları ve toplulukları yoksul bırakabilmektedir. Ayrıca savaşlar, soykırımlar, toplumları uzun süre muhtaç bırakabilmektedir.
[ Devamı ... ]

Ezoterizm Nedir ?

Ezoterizm bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir. Ezoterizm bir din veya bir inanç sistemi değildir. Çoğunlukla ezoterik yani ezoterizm ile ilgili veya ezoterizme dair şeklinde kullanılır.
[ Devamı ... ]

Misterler Nedir ?

Misterler, sözcük anlamıyla "sırlar" anlamına gelmekte olup, eski inisiyasyonlarda yalnızca inisiyelerin bilebileceği ilahi hakikatleri ifade etmek üzere kullanılırdı.

Sözcük eski Yunanca’daki “kapamak” anlamına gelen “myein” sözcüğünden türetilmiş olup, hakikatlerin öğrenilmesinde ağzın kapalı olması gerektiğine işaret etmektedir. Ağzın kapalılığı ikili bir anlama sahiptir: Hem, hakikatleri inisiyenin üstadından sözle öğrenmemesi, kendisinin sezmesi anlamına, hem de sezdiği hakikatleri kimseye ifade etmemesi anlamına işaret eder.

Kimi ezoterik kaynaklara göre, inisiyasyonlarda misterler iki değil, üç temel aşamada öğrenilirdi; bu bakımdan misterler üç gruba ayrılırdı:

Küçük misterler: Bunlar, reenkarnasyon, nedensellik kuralı gibi evrensel yasalar ile imajinasyon denetlemesi, nefis denetlemesi ve psişik yetenekler hakkındaki teorik bilgilerdi.

Büyük misterler: Bunlar, ilk aşamada edinilen teorik bilgilerin uygulanmasıyla kazanılan bilgilerdi. Yani inisiye adayının, yüksek bilinç hallerini, görünmez alemi ve birtakım realiteleri bizzat deneyimlerek tanımasıyla edindiği bilgilerdi.

Hakiki misterler: İnisiye adayının spiritüel tesiri görünmez alemden kendi başına çekip aşağı (çevresine) aktarabilmesiyle ilgili bilgi ve deneyimlerdi. Bu aşamanın sonunda inisiye, sezgi yoluyla aldıklarını çevresine aktararak, ışık saçan bir meşale haline gelirdi.
[ Devamı ... ]

Doğruluk Nedir ?

Doğruluk, hakikat olarak da kullanılan felsefe terimi ya da kategorisi. Felsefenin bütün gelişim aşamlarında, felsefe içi tartışmalarda ve tanımlamalarda belirleyici bir konu başlığı olarak yer almıştır. Dolayısıyla genel bir tanımı olmaktan çok, her felsefe eğiliminde ya da okulunda farklı şekillerde tanımlanışları sözkonusudur. Yine de genel bir tanımlama yapılacak olursa, Dogruluk ya da Hakikat, gerçek’ten ya da gerceklik’ten ayrı olarak belli bir gerçekliğin düşünsel ya da zihinsel olarak temsil edilmesi ve temsilin gerçeklige uygun olması halidir diyebiliriz. Bu son derece sorunlu bir tanımlamadır sözkonusu felsefe-içi tartışma bağlamında; özellikle de günümüz felsefe tartışmalarının ya da bu tartışmaların sonuclarının boyutları dolayısıyla.

Her felsefe eğilimi ya da akımı belli bir epistemolojik model kullanmakta ve dolayısıyla Dogruluk kategorisi buna göre farklı niteliklerde ele alınıp değerlendirilmektedir.

Çok genel olarak, doğruluğun, felsefe bağlamında epistemelojik ve ontolojik olmak üzere iki ayrı bağlamda ele alındığını belirtmek mümkündür.

Epistemelojik olarak doğruluk, bilgi etkinliğinin temel bir kavramıdır ve bilgiyi bilgi olmayan biçimlerden ayırmak üzere kullanılır. Doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir olan bilgi düzleminde ele alınır. Doğruluk, doğrulanabilir bilginin kuramsal ifadesidir. Buna göre doğruluk varolana dair bildirimde bulunan özneyle birlikte mümkündür. Özne-nesne ilişkisi bağlamında yer alan ve öznenin nesneyi bilişinin niteligini belirten bir kategoridir. Ontolojik doğruluk kavramı ise, doğruluğu varlığın özüyle özdeş olma hali olarak ele almak anlamına gelir. Burada bilginin doğruluğunun bir özne-nesne ilişkisi sorunu değil varlığın özüyle ilgili oldugu varsayılır.

Doğruluğun bir uygunluk hali mi, bir tutarlılık konusu mu, yoksa bir uzlaşım sorunu mu olduğu üzerine önemli kuramsal tartışmalar Platon’dan beri süregelmektedir, ve postmodern durum içinde bu tartışmalar yön değiştirmiş ve yeni bir boyut kazanmıştır. Genel geçer bir tanımın ötesinde, Felsefe tarihi içinde epistemelojik alandaki gelişmenin ayrıntılı bir dokümantasyonu ortaya konulmaksızın yeterli bir dogruluk ya da hakikat tanımına ulaşmak olanaklı değildir.
[ Devamı ... ]

Epistemoloji Nedir ?

Epistemoloji:
Epistemoloji, bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalıdır. Bilgi felsefesi olarak da adlandırılmaktadır.

İlk çağlarda Thales gibi filozoflar metafizik ile ilgileniyorlardı. Evrenin salt maddesinin bulunması temel bir amaç olmuştu. Ama bu konularda herkesin vardığı farklı fikirler, fikirler arasındaki çelişkiler filozofların insana, dolayısıyla akıl ve bilgiye yönelmesine yol açtı. Bu da insanın bilgilerinin doğruluğunun sorgulanmasına neden oldu. Böylece bilgi felsefesi doğmuş oldu.

Terimler değişiktir: episteme, bilgi ve gnosis, bilim ve logos, öğreti kelimelerinden epistemoloji, bilgibilim ve gnoseoloji, bilginin bilgisi terimleri; bilgikuramı (theory of knowledge) anlamında kullanılır, bazen philosophy of knowledge, bilgi felsefesi olur. Bilginin doğasını, kaynaklarını, kökenlerini, değerini araştırır. Bilgisizliğin ne olduğunu araştıran bilgi dalına agnoioloji denir. Bilgisizlik örtüsü kavramıyla cehaletbilimi ilgilenmektedir. Platon'un bilgi nazariyesinin (kuramının) yetersizliği 1963'de Edmund Gettier tarafından kanıtlanmıştır. Aynı dönemde Michel Foucault, bilginin kazıbilimini, bilgi ve iktidar biçimlerini araştırmıştır.
[ Devamı ... ]

Aksiyoloji Nedir ?

Aksiyoloji:
Aksiyoloji (değerler felsefesi) etik ve estetik olmak üzere ikiye ayrılır. Etik, insanların ahlaki değerlerini sorgularken (ahlaklı - erdemli gibi) estekik ise neyin güzel olduğuyla ilgilenir. Neyin etik, neyin estetik olduğunu açıklamak oldukça güçtür, buradan hareketle aksiyoloji bireylerin davranışlarına temel teşkil eden değerleri araştırmaktadır.

Değer felsefesi de denilen aksiyoloji, insanın yaşamı boyunca vardığı bir çok yargının kaynağı olan değerler sistemiyle ilgilenir. yaşamın almaya zorladığı kararlar ve insanları iyi ve kötüyü ayırt etmesi için zorlaması sonucu insanlar iyi, kötü, ayıp, güzel, çirkin ve benzeri bir takım yargılara varırlar. işte felsefenin bu yargıların kaynağındaki değerlerin nasıl oluştuğu, niteliği, sınıflaması ve insanlık ilişkisi üzerinde duran alanına aksiyoloji denir. sönmez’e göre aksiyoloji insanın yapıp etmelerini ve bunların dayandığı ilke ve değerleri inceler. aksiyoloji; “değerlerin kaynağı var mı?”, “değerler içimizde mi, dışımızda mı?”, “objektif mi, subjektif mi?”, “sabit mi , değişken mi?”, “her dönem toplumlar için mutlak değerler var mı?”, “bu değerler toplumdan topluma, zamandan zamana değişim göstermekte mi?” gibi sorular sorar ve bu sorulara yanıtlar arar.

Aksiyolojinin iki bölümü vardır. insan hareketleri (tüm yapıp etmeleri) ve ahlaki değerlerle ilgilenen kısmına ahlak (etik), doğadaki ve sanattaki güzellikleri, bu güzelliklerin niteliklerini ve güzel takdir yargılarını inceleyen kısmına ise estetik denir. ahlak doğru hareketlere temel olacak değerlerle ilgilenirken, estetik, hayalgücü ve yaratıcılığa dayanan doğal ve sanatsal güzelliklerle ilgilenir. bu özelliklerinden dolayı estetik değerler subjektiftir ve ölçülüp değerlendirilmesi en zor olan değerlerdir.

Felsefi ahlak ilk kez ortaya eski yunan’da çıkmıştır. insanın mutlu olması için neler gerektiğinin sorgulandığı eski yunan’da demokritos mutluluk ahlakını kurmuş ve mutluluğa ulaşmak için duyguları yenmek gerektiğini savunmuştur. sofistlere göre her insan ve toplum için genel geçer bir ahlak yoktur ve ahlak toplumdan topluma ve zamandan zamana farklılık gösterir. sokrates ahlakın temelinin bilgi olduğuna inanır ve bu doğru bilginin de ancak akıl yoluyla elde edilebileceğini savunur. ahlakın temel ölçülerinin doğruluk, adalet, toplu yaşama, insan sevgisi ve iç özgürlük olduğunu söyler. aristoteles ahlaki eylemi “doğru olan orta”yı bulan eylem olarak tanımlar. doğru olan ortayı bulma alıştırmalar yoluyla edinilir ve ölçütü doğru görüştür. doğru düşünen ve doğruyu yapan insan mutluluğa ve erdeme de ulaşmış olacaktır. ortaçağın karanlığında ahlak dini temellere oturtulmuştur. iyi ve kötünün belirlenmesi işi kutsal metinlere bırakılmış tam anlamıyla kaderci bir yaşam benimsenmiştir. hobbes’a göre ahlak ve hukukun temel gayesi barışı sağlamaktır. locke’a göre ise ahlakın dayanağı acı ve hazdır. ahlaki iyi ve kötü, insanların özgür eylemlerinin yasalarla uyuşup uyuşmamasına bağlıdır. kant’ın ahlak anlayışı görev ahlakı olarak da adlandırılır ve temel ilkesi “öyle hareket et ki, senin hareketlerinin yasası, aynı zamanda başkalarının hareketleri için bir ölçüt olsun” görüşüdür. marxizm’in ahlak anlayışında insanların duygu, düşünce ve üretim açısından sömürülmemesi toplumsal çıkar, barış ve insan sevgisi başlıca ölçütlerdir. genel anlamıyla bilimsel araştırmalarda sorulan şu soruların cevaplarını bulmak ahlak’ın görevidir: “araştırılan kişilerin kimlikleri açıklanmalı mı, gizlenmeli mi?”, “onlara nasıl davranılmalı?”, bilimsel bilgiye nasıl saygı gösterilmeli?”, vb. aksiyolojinin sanatı konu alan bölümü estetik “sanatta güzellik – çirkinlik nedir?, göreli mi mutlak mıdır?”, “sanatta bir amaç var mıdır?”, “sanat sanat için mi yoksa toplum için midir?” gibi soruların cevaplarını araştırır. filozoflar bu sorulara farklı cevaplar vermişler ve bu yüzden değişik sanat ve estetik anlayışları benimsemişlerdir. aristoteles’e göre güzellik; düzen, simetri ve sınırlılığın doğru ortada olmasıdır. aristoteles bir yapıtın güzelliğinin sanatçının o yapıtı doğaya uygun şekilde tamamlayabilmesiyle ilişkili olduğunu belirtir. thomas aquinas güzelliğin ölçütlerini belirlerken, kişide haz uyandırması, düzen ve birliğe dayanması, amaçlılık, yetkinlik ve iyilik özelliklerini taşıması gerektiğini ifade etmiştir. hegel sanatı insan ruhunun bir ürünü olarak ele alır, spencer ise sanatın oyundan doğduğunu ve insanın arta kalan gücünü oyun için kullandığında bu işin onu güzellik algısına ve estetiğe götürdüğünü söyler.
[ Devamı ... ]

Estetik Nedir ?

Estetik:
Estetik, değer teorisi ya da aksiyoloji adı verilen felsefenin bir dalıdır. Duygu ve beğeninin yargılanması olarak da geçen duyusal-duygusal değerleri inceler. Sanat felsefesi ile yakından ilişkilidir.

Güzel olan ve güzellik hakkında ya da güzelllik değeri ve güzellik yargısı felsefe tarihinde her zaman değerlendirmeler söz konusudur. Bu bağlamda hemen her felsefe eğiliminin epistemoloji, mantık ve etik bölümleri olması gibi genelde açık ya da örtük olarak estetik bir bölümü de olduğu söylenebilir.


Etimoloji:
Terimi 1750 yılında ilk ortaya atan Alman düşünür Alexander Gottlieb Baumgarten'in tanımladığı şekliyle estetik, duyusal bilginin bilimidir; konusu da duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği, güzel üstünde düşünme sanatıdır.

Baumgarten'dan önce, estetiği bir felsefe kolu olarak biçimlendiren önemli düşünürlerin başında Alman filozof Immanuel Kant gelmektedir. Estetik sözcüğü, Grekçe aisthesis ya da aisthanesthai sözünden gelir. Aisthesis sözcüğü; duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına gelir.


Türkiye'de Okullarda Yeri:
Üniversitelerin felsefe bölümlerinde ders olarak okutulmakta ve çoğu zaman diğer felsefe dallarıyla olan ilişkileri dahilinde ele alınmaktadır.
[ Devamı ... ]

Lipoproteinler Nedir ?

Lipoproteinler:
Lipoproteinler, hem protein hem lipitlerden oluşan biyokimyasal bileşimlerdir. Bu proteinler bir bütünün parçası olmalarından dolayı apolipoprotein diye adlandırılırlar.

Kan plazmasındaki lipoproteinler, suda çözünürlüğü düşük olan lipid moleküllerini kan dolaşım sistemi aracılığıyla vücut içinde taşırlar. Taşıyıcı özelliklerinin yanısıra, lipit metabolizmasında yer alan çeşitli enzimlerin, taşınan lipitleri birbirine dönüştürdüğü kimyasal reaksiyon platformları olarak da işlev görürler. Apolipoproteinlerin yapısal veya katalitik işlevleri olabilir. Bir lipoprotinin üzerindeki apolipoproteinlerin birbirleriyle, başka kan proteinleriyle ve hücre membranlarında bulunan reseptörlerle etkileşimi, belli bir lipit türünün bu lipoproteine eklenmesini ve ondan çıkartılmasını belirler.

Yapı:
Lipoproteini oluşturan protein ve lipitlerin suyu seven (hidrofilik) kısımları lipoproteinin dış yüzeyini kaplarken, suyu sevmeyen (hidrofobik), yani yağlı kısımları onun iç kısmında gömülüdürler. Bu yüzden plazma lipoproteinlerinin en dış tabakasında bulunan lipid türleri polar lipitler olarak nitelendirilirler. Polar lipitler arasında başlıca sfingomiyelin türleri, fosfolipitler ve kolesterol gelir, bu moleküllerin her birinin bir ucu sulu ortamda olmaya daha müsaittir. Lipoproteinlerin ortasında ise başlıca, nötral lipitler tabir edilen, kolesterol esterleri ve trigliseritler bulunur.

Fizyoloji:
Çeşitli enzim ve taşıma proteinin etkisiyle lipoproteinlerin içerdiği lipitlerin oranları değişebilir. Örneğin, LCAT enzimi dış yüzeyde bulunan bir kolesterolle bir fosfolipidi birleştirip lipoproteinin iç kısmında yer almayı tercih edecek bir kolesteril ester molekülü oluşturur. Bu tür değişiklikler lipoproteinin yüzeyi ile hacmi arasındaki oranın değişmesine yol açarlar. İç kısmında hemen hiç nötral lipid bulundurmayan lipoproteinler bır madeni para gibi yuvarlak ve yassıdırlar; içleri nötral lipit dolu olanlar ise küreseldirler. Başka reaksiyonlar sonucunda lipoprotein büyüyebilir veya küçülebilir, onlara yeni apolipoproteinler eklenebilir veya eksilebilir. Bu süreçler yüzünden lipoproteinlerin boyutları, biçimleri ve içerikleri sürekli değişir. Ayrıntılar aşağıda listelenmiş lipoproteinler hakkındaki maddelerde verilmiştir.

Yoğunluğa göre:
Tıpta en yaygın olarak kullanılan gruplandırma, lipoproteinlerin yoğunluğuna göre yapılır. (Ancak yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı bu gruplar homojen değildirler.) En hafifinden (yani en cok lipit, en az protein içereninden) en yoğununa doğru sıralama şöyledir:

Şilomikronlar - İnce bağırsaktan karaciğere trigliseritleri taşırlar.
Çok düşük yoğunluklu lipoproteinler (İngilizce Very Low Density Lipoproteins, VLDL) - yeni sentezlenmiş trigliseritleri karaciğerden yağ dokularına taşırlar.
Ara yoğunluklu lipoproteinler (İngilizce Intermediate Density Lipoproteins, VLDL) - yoğunluk olarak VLDL ile LDL arasındadırlar. Kanda genelde görülmezler.
Düşük yoğunluklu lipoproteinler (İngilizce Low Density Lipoproteins, LDL) - karaciğerden diğer dokulara kolesterol taşırlar. Bazen "kötü kolesterol" diye de adlandırılırlar.
Yüksek yoğunluklu lipoproteinler (İngilizce High Density Lipoproteins, HDL) - diğer dokulardan kolesterol toplayıp karaciğere geri getirirler. Bazen "iyi kolesterol" olarak adlandırılırlar.

Elektrik yüküne göre:
Serum protein elektroforez tekniği ile serum proteinlerin sınıflandırılmasında olduğu gibi, lipoproteinler de "alfa" ve "beta" olarak sınıflandırılabilirler. Bazı lipit bozuklukları, abetalipoproteinemia gibi, bu terminolojiye göre adlandırılırlar.
[ Devamı ... ]
 

©2010 Ne Nedir ? | by Siteler